Kayıtlar

Temmuz, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ACELE ET 2: YOK YOK BEKLERİM!

Resim
  ACELE ET 2: YOK YOK BEKLERİM! Sabahından itibaren sabırsızlıkla geçen gününün ortasında, Kenan ekrana boş boş bakıyordu. Kafasında çakan şimşekle anladığı şuydu; istiyordu ki hemen her şey hallolsun. Hal bu ki internet arızalıysa o mail yavaş inecekti. Sabah dalgınlığında 3 saniye geç fark edecekti birileri yeşil ışığın   yandığını. Bir çocuğu, bir çalışanı yetiştirirken ya da kimi yetiştirirsek yetiştirelim o birdenbire olmayacaktı. Kendisi sanki her şeyi hemen öğreniyordu da birilerinde bunu göremeyince hiç beklemeye dayanamıyordu. Kendine sinirlendi. “Ben bunu daha nerelerde yapıyorum kim bilir?! ” derken geçen sene yaşadığı sağlık problemi aklına geldi. Biraz kilo almıştı ve 7-8 kg verme hedefi koymuştu kendine. O hedefe ulaşabilmesi için spor yapma ve beslenme şeklini değiştirmesi gerektiği söylemişti , çalıştığı firmanın diyetisyeni. Kenan da “Ah benim o kadar vaktim ve sabrım yok!” diyerek diyetisyeni bırakmıştı. Öyle ki kısa yoldan çözümü zayıflama ilaçlarında arayan

KÖREBE

Resim
  KÖREBE Günümüzde çoğunluğumuz belirsizlikten dert yanıyoruz... Yarın ne olacak acaba? Sınav sonucum nasıl gelecek? Bir üniversiteye yerleşebilecek miyim? Yoksa açıkta mı kalırım? Ticaretim iyiye gidecek mi? Terfi alıp kariyer basamaklarını tırmanabilecek miyim? Kirama ne kadar zam gelecek? Evlenebilecek miyim ya da evliliğim daha ne kadar sürecek? Acaba çocuk sahibi olabilecek miyim? Çocuğumu iyi yetiştirebilecek miyim? Bu sorular, uzayıp gidiyor… Bu belirsizlikler içerisinde hareket etmek, tıpkı gözleri kapalı kör ebe oynamaya benziyor… Çaresizce bir sağa bir sola doğru koşuşturup durmak gibi… Oysaki gözümüz kapalı olsa da algıladığımız diğer işaretlere göre, kendimize yön verip oyunu kazanabiliriz… Çünkü, her oyunun belli kuralları ve stratejileri vardır. İşin aslı, hayat da bir oyun gibidir… Çoğunlukla engelleri olan, Kimi zaman yanlış yönlere sapılan, Bazen de oyunun kuralları anlaşılsa bile, çevredekilerden etkilenip hatalar yapılan… Peki

SAVAŞIN GÖLGESİNDE 5- AZİM

Resim
  SAVAŞIN GÖLGESİNDE 5- AZİM 278. Gün İSTANBUL Dilara 5,5 yaşında anaokuluna giden sakin bir kız çocuğuydu. Annesine çok düşkündü ve birlikte yaptıkları etkinlikleri çok severdi. Hele de el yordamıyla yapılan işler çok hoşuna giderdi. Resim yaparken parmak boyaları, oyun hamurundan çeşit çeşit hayvan figürleri, ormanda olduklarında yapraklarla yemek yapmak, toprağı çamur yapmak vazgeçilmezleriydi. Yine bir gün boncuklarla oynarken ağlamaya başladı. “Anneeeee of yine olmadı çok mutsuzum.” “Ne olmadı çocuğum?” “Baksana dizdiğim boncuklar bu ipte durmuyor, kayıp dökülüyor hiçbir şeyi beceremiyorum.” “Dur üzülme hemen, toplarız boncuklarını tekrar dizersin. İpin ucuna düğüm atmış mıydın?” “Atamadım onu bile yapamıyorum hiçbir şey yapamıyorum.” “Sana ilk yaptığın resimler kötü olduğunda bir şey öğretmiştim hatırlıyor musun?” “Hayır neydi ki?” diye sorarken gözleri dolu doluydu. “Yaptığın ilk resim güzel olmuştu. Herkes beğenince anne ben büyüyünce ressam olmak istiyoru

Lokumlu Teşekkürler

Resim
  Lokumlu Teşekkürler “Katya! Kime diyorum doğru dürüst süpür şuraları! Bak yine olmayacak yere girmiş çıkamıyor, hay Allah’ım ya…” “Noluyor ya…” diye gözünü ovuştura ovuştura yatağından doğrulan Hakan içeri doğru seslendi. “Kızım yine mi robotla kavga ediyorsun sen, yaranamadı gitti sana şu ev aletleri, buzdolabını açık bırakıp ötünce onu fırçalarsın, çamaşır bitince anladık diye onu terslersin, hayır ne yapsınlar sana daha?” “Hakan sen de bir dur Allah aşkına, bir işin ucundan da tutmadın zaten, koli yapmaktan kolum koptu, tayinine kaldı 10 gün sen hala yat!” “İnsaf ama ya, nöbetten çıktık kızım hiç mi acıman yok? Az uyuyayım geliyorum…” Sabah sabah günlük şikâyet dozunu doldurmuştu Figen. Taşınma telaşı sardıkça iyice gerginleşmişti. O sırada çalan kapıya doğru oflaya oflaya gitti, bir sen eksiktin dercesine. Görünen o ki bugün şikâyet zehirlenmesi günüydü. Normalde yere göğe iki lafının tavrının biri atar-giderken, bugün artık alev püskürten ejderhalar yanında masumdu n

SAVAŞIN GÖLGESİNDE 4 - EMANET

Resim
  SAVAŞIN GÖLGESİNDE 4 - EMANET 260. GÜN, İSTANBUL Osman Amca’nın vefatının üzerinden 1 yıl 8 ay geçmişti. Eşinin kendisinden önce vefat etmiş olması, adamcağızın hayatla bağını koparmıştı. Eşi hayattayken hiç bu kadar sevdiğini belli etmezdi halbuki. Nasıl olsa her daim yanında gibi düşünürdü. Çok çalışıp dünyalık servet edinmek için gecesini gündüzüne katardı. Apartmanlar, dükkanlar, arsalar, araziler… Malının çokluğu ile anılmak hep hoşuna giderdi. Karısı hepsinin geçici olduğuna daha gönülden inandığı için “Bu kadar yeter, ne yapacaksın daha fazla malı? Sen hayattayken kıymetini bilmeyenler, ölünce sana rahmet mi okuyacak!” der dururdu. Osman Amca kadıncağızı dinlemez her yeni günü “Ah biraz daha genç olacaktım, nelerim olurdu” cümlesi ile karşılardı. Kendisine emanet verilmiş canın kıymetini bilmezdi. Bunu yaparken geriden gelenlerin, ondan kalanlara sadık olacağını zannederdi. Belki çocukları hayırsızdı ama olsun torunları vardı. Onlar için daha fazlası neden olmasın diye

ACELE ET 1: BEKLEME YAPMA!

Resim
  ACELE ET 1: BEKLEME YAPMA! Yeşil ışık yanar yanmaz kornaya bastı. “Daattt” “Bekleme yapma be kardeşim, ışığa baksanıza, sizi mi bekleyeceğiz?!” İşe geç kalmıştı. Sabah zaten bir telaşe içinde evden çıkmışlardı. Bir de trafikte bu şekilde bekleyecek bir saniyesi dahi yoktu. Kenan geç kalmaktan hiç hoşlanmazdı. Herhangi bir yere geç kalmak pek yaptığı bir şey değildi. Bu sabah da zaten kendini yüzünden değildi bu gecikiş. Eşi Serpil ve kızı Buse’yi kayınvalidesine bırakacaktı. Tek başına hareket etmek kolaydı, “Ah ne zaman kızlarla dışarı çıksak hep böyle oluyor, her seferinde bu kadar beklemek zorunda mıyım?” diye sinirli sinirli içinden geçirdi. Kenan’ın kızı Buse 7 yaşındaydı. Hala ayakkabı bağcıklarını kendisi bağlayamıyordu. Bu sabah da Serpil’in Buse’ye ayakkabısını kendisinin bağlaması gerektiğini öğreteceği tutmuştu. Başka zaman mı kalmamıştı sanki. Zaten kapıda onları 15 dakika beklemiş bir de üstüne Buse’nin kendi ayakkabısını bağlaması için de bu o kadar beklemişlerdi

KESTİRME YOL

Resim
  KEST İRME YOL B ö yle hayal etmemişti! Gerçek hayat ekranlarda g ö sterilenden bambaşkaydı. Evlilik sorumluluk gerektiren bir şeydi. Ü stüne bir de bebek sürpriz olmuştu. Annem nasılsa destek olur diye düşünmüştü. Oysa hiç umduğu gibi olmadı. ‘ ”Babanı ve küçük kardeşini bırakamam kızım demişti” annesi. Kayınvalidesi ise hastaydı. O da bakamazdı. Bir başına kaldığını hissetti. Daha hamilelikte veremediği kilolarla başı dertteyken bir de emzirerek vücudunun sarkmasını istemiyordu. Her gece uykusunu b ö lüp emzirmek olmazdı. Eşi ona yardım etmeliydi. O yüzden mamayla besleyecekti bebeğini. Artık beklenen misafir gelmişti. Bir gün eşi, bir gün kendisi ilgilenmeye başladı. Bu görev dağılımı daha yorucuydu sanki. Kalk mamayı hazırla, ısıt, ç ok ısındıysa ideal sıcaklığına getir. Bebeği uyut. Sonra uyumaya çalış. Eşinin ilgilendiğ i g ünlerde de zaten bebeğin sesinden uyuyamıyordu. Üstüne bir de son g ünlerde, eşiyle de problemler yaşamaya başlamıştı. Bazen sorunlarla nası l ba şa

SINIRLAR

Resim
SINIRLAR Melis sabahın ilk ışıklarıyla birlikte camına çarpan bir topun sesiyle uyandı. Dışardan arkadaşlarının sesi geliyordu. Hepsi toplanmış Melis’lerin evinin önündeki dut ağacından dut yiyorlardı. Melis anlam veremedi. Sabahın erken saatinde hem bu kadar ses yapıyor, hem de izin almadan bahçeye girmişlerdi.  Melis bir çırpıda hazırlanıp bahçeye inip, “Günaydın, ne yapıyorsunuz sabahın bu vaktinde?” dedi. Ağacın tepesindeki birkaçı, alaycı bir gülümsemeyle “N’apalım, ağzımız tatlansın istedik, sizin duttan yemeye geldik!” Melis anlam veremiyordu , onların bu ukalâ ve vurdumduymaz tavırlarına. “Neden böyle davranıyorlar ki, oyun oynarken de bana aynısını yapıyorlar.” diye içinden üzülerek geçirdi. Oysa ki ne zaman işleri düşse hemen “Melis, biz çok susadık sizin ev bahçeye daha yakın, bize evden su getirir misin?” Hatta bazen izin almadan kendileri bile bahçeden gizlice mutfağa girip kendileri alıyorladı. Melis ise arkadaşlarına kendini sevdirmek için, onların her dediklerini y

Kördüğüm Aloevera

Resim
Kördüğüm Aloevera Eskiden yaptıkları kahvaltılarını anlatıyorlardı birbirlerine… Sabahın erken 5.00’inde uyanıp, güne hep beraber başlamalarını… “Annem sabah erkenden kalkar, aman oğlum, kızım kahvaltısını yapmadan okuluna-işine gitmesin,” diye başlarmış hazırlığına. Az bile olsa oturup o kahvaltı yapılır ve herkes öyle işe gidermiş… Ben bu sahnelerin hiç birine şahit olmadım. Yaşım yetmedi. Hepsi evlenmiş gitmişti ben o ailenin küçüğü miniğiyken. Ortadaki kahvaltı masasını toplamış kaldırmışlardı ben yetişemeden, ne vardı beni de bekleselerdi… Şimdi artık ağabeyim & ablamlar yeni aileleriyle farklı bir düzenlerini kurmuşlardı. Tabii bir olabilmenin avantajları olduğu gibi dezavantajları da yok değildi. Bitmeyen tuvalet kuyrukları, sofradan bazen aç kalkmalar,   “Odanı niye dağınık bıraktın?” çıkışları…. Hepsini anlatırlar bir anı olarak… Bir olabilmek…. İnsanın emeği birbirine ne kadar geçerse, bağ o kadar sıkı oluyor. Günümüzde ise kahvaltıyı bırakın, oturup sohbet