“Doktor Şeyma.”
Kendi içindeki sese karşılık verdi. Aman doktor olduk da ne oldu? Evet, umut vaadeden bir doktordu. Evet, başarıları vardı. Evet bir sürü kendi adını taşıyan makale yazmıştı. Ama bir türlü düzen oturtmayı başaramayan biriydi aynı zamanda…
Zamanı kendisine yetmezdi. Hep daha yeni, daha farklı olanı yapmak isterdi. Daha yeni, daha farklı… İçinde bitmek tükenmek bilmeyen bir ateş vardı ve sanki için için yanarken bazen onu da yakıyordu. Bu tanımlamayı yaptığı ilk günden bu yana, bu ateşi farkettiği her an daha da hızlanmaya başlamış, ateş onu yakmasın diye telaşı da daha artmıştı.
Pencereden sızan ışık başucuna vurduğunda istemsizce önce gözlerini araladı, sonra tekrar yumdu. Çünkü karşılaşacağı manzarayı biliyor ama görmek istemiyordu. Evin içi kutu doluydu. Etrafa dağılmış, bazısı açık, bazısı hiç açılmamış bir sürü kutu vardı evde.
Aslında bu eve taşındığından beri içindeki ateş sanki daha da ağırlaşmış gibiydi. Oysa ne hayallerle taşınmıştı buraya. Yoğunluğu azalsın, daha az telaş olsun diye diye eski muhitinden taşınmış hiç bilmediği bir yere taşınmıştı. Evet hastaneye, yakındı. Ancak işler hiç de planladığı gibi değildi. Daha mutlu olacağını umarak çıktığı bu yolda elindekini de kaybetmişti. Yolu kısalmıştı ama hastanede iş temposu daha artmıştı. Üstelik yeni evine de hala alışamamıştı, burayı bir türlü yuva olarak benimseyemiyordu. Eşyalar her an ayaklanıp evi terk edecekmiş gibi duruyordu. Bütün nefesini boşaltırcasına bir of çekti.
“Of işte of yaaa! diyerek elindeki yastığı alıp hızla duvara fırlattı. Bütün bu işler tek başına da yapılmıyor ki... Benim acil evlenmem lazım, bana birinin yardım etmesi lazım.” Sanki tek eksiklik evdeki erkekmiş gibi.
“Bari izin gününde yalnız kalma kızım, kahvaltıya Zeynep’e hadi, hadi, hadi!” diye geçirdi içinden. Hemen hazırlanıp evden dışarı attı kendini. Yolda ablasını arayıp haber verdi.
“Abla, simitleri alıyorum şimdi. 15 dk sendeyim. Bir çay, n’olur?”
Ablası içtenlikle kardeşini evine kabul etti. Şeyma'nın daha kapıyı çalarken burnuna gelen menemen kokusu doğup büyüdüğü evi hatırlatmıştı.
“Hoş geldin balım. Ahmet erkenden çıktı yetişmesi gereken siparişler varmış.
Çocuklar da bugün kurstalar, okula bıraktım geldim. Yani rahatız biraz.”
Şeyma masaya geçerken, “Kahvaltı hazır, enişte bey işe gönderilmiş. Çocuklar da okula bırakılmış, ev derli toplu. ALLAHbilir sen akşamın yemeğini bile yapmışsındır. MaaşALLAH, MaaşALLAH.” demişti. Sesi hem biraz alaycı hem de biraz özenmiş gibi çıkmıştı. Biraz utandı bu ses tonundan. Ablasının kendi kendisine kafasını yana çevirmesini de görerek.
“Ablam, nasıl yetişiyorsun bu kadar işe ya? Ben daha bu eve yerleşemedim biliyor musun? Evlensem diyorum, ama ben kendime bakamıyorum. Olacak iş değil deyip vazgeçiyorum.” diyerek toparlamaya çalıştı saçma sapan konuşmasını.
“Güzel kardeşim, her şey olmaya çalışmıyorum, o kadar. Ben benim. Zeynep. Yapmak istediklerimi seçiyorum. Her şeyi birden yapamayacağımı biliyorum. Kabul ediyorum. Sonra başlıyorum işe. Böylelikle daha az kavga ediyorum kendimle. Yapmak istediklerimin zihnimde oluşturduğu kalabalığı azaltıyor bu da.
Yaptıklarım değil, yapmak isteyip de nasıl yapacağımı bilemediklerim beni yakıyormuş aslında. Zihnimdeki sesler sustuktan sonra zaman da işler de insanlar da lehime olmaya başlıyor. Bunu anladıktan sonra telaş da azalıyor, yorgunluk da.”
Şeyma, ablasının yanında bir kez daha rahatladığını hissetti. “İyi ki varsın! dedi.
Ve farketti, işler zor değildi, telaş edecek pek bir şey de yoktu. Sadece o işleri yapmak ve yapmamak arasında kalıp sıkışmak vardı. Telaşı da zamansızlığı da sadece onun sonucuydu.
Yorumlar
Yorum Gönder