DAVET




Ayşe okuldan eve dönerken bir sokak röportajında denk gelmişti. Karşıda biriken kalabalık pürdikkat mikrofon uzatılan kişilerin yanıtlarını dinlemekteydi. Röportaj yer alan “Bu dünyada en çok neyi merak ediyorsunuz?” sorusuna verilen cevaplar birbirinden ilginçti. Biri uzayı merak ediyorum derken, bir diğeri okyanus alemi demişti.  Kadınları merak ediyorum ile erkek kafasını merak ediyorum yanıtını verenler kıyasıya yarışıyordu. Para nasıl kazanılır diyenden tutun nasıl harcanır diye uzayan koca bir yanıtlar listesi. Listeye son sıradan dahil olan bir yanıt röportaja damgasını vurmuştu:

Öğretmen emeklisi olduğunu söyleyen tonton bir teyze dilinden adeta inciler dökülürcesine büyük bir nezaketle: “İnsan denen canlıyı merak ediyorum.” dedi.
Cevaba şahit olan kalabalık gibi Ayşe de istemsizce bu çarpıcı cevabı düşünmeye başladı. Çünkü Ayşe de kendi kendisine eskisi gibi değilsin diye söylenip duruyordu. “Ne oluyor bana böyle?”

Sanki dışarıdan bir el tarafından kumanda edilmiş gibi, ilk fırsatta kendini internette video seyrederken bulmaya başlamıştı. Bunu her fark ettiğinde kendini ayıplıyor, sonra aynı yere tekrar düşüyordu. 

Yeni şeyler öğreneceğim diye internette geçirdiği süreler artık tehlikeli bir hal almaya başlamıştı. Öyle bir tuzağın içinde hissediyordu kendisini, her ihtiyacında online mecralara koşar olmuştu. Neredeyse mutfak alışverişi için bile bakkala gitmeye eriniyor, alacağı bir kutu süt için bin bir seçeneğin içinde internette kayboluyor sonunda da ne için internete girdiğini unutuyordu. 

Amaç teknoloji sayesinde işini kolaylaştırmaktan çıkmış, düpedüz oyalanmaya varmıştı. Bir bakıp çıkıvereyim der gibiydi. Ama girince bir türlü çıkılamayan bir tuzağa dönmüştü adeta. Et obur bir bitkinin içine düşmüş sinek gibiydi sanki. Çırpınıyordu, ama elindeki yöntemler de onu bir türlü kurtaramıyordu o tuzaktan. Hafif bir keyfi takip eden hafif bir utanç. Ardından kurtulmak için bir çaba, sonra tekrar küçük bir iç sıkıntısını takip eden bir keyif ihtiyacı vardı. Sabah uyanınca, uyumadan önce elindeki ekrana bakıyor. Sanki uyuşmuş gibi, bir tür anestezik ilacın etkisindeymiş gibi hissediyordu kendisini…

Sosyal medya denilen o kara delikte kaybolmuş gibi hissediyordu artık. Ve bir başlangıca ihtiyaç duyuyordu.

O sabah erkenden uyanmış ve telefonunu internet için kullanmama kararı almıştı. Günün ilk saatleri her şey yolunda gidiyordu. Uzun zamandır ertelediği giysi dolabını düzenlemek, açık havada yürüyüşe çıkmak, kahvaltı için mahalle bakkalından öteberi almak hiç öyle düşündüğü gibi korkunç değildi. Hatta iç dünyasına itiraf etmeye çekinse de tüm bu işleri günün ilk yarısına sığdırabilmek pek bir hoşuna gitmişti. Tabi ara sıra gözü kayıyordu ekrana bildirim düştükçe. Ancak hiç aldırış etmedi bu cılız davete. Akşam yemeğini hazırlarken radyodan gelen müzik sesi ile bir anda eski günlerine geçiş yapmıştı. Sanal dünya ile arasına mesafe koymak daha ilk günden olumlu etkilerini göstermişti. Aldığından beri yüzüne bakılmayan televizyon bir anda değerlenmiş evin kıymetlisi olmuştu yoksa gündemi nasıl takip edecekti. Klasik akşam yemeği sonrası ailece içilen çay faslına o gün ana haber bültenleri eşlik ediyordu. 

Dünya gündemi kasvetli, dünya gündemi kederliydi. Masum insanlar, çocuklar öldürülüyor, dünyanın gözü önünde savaş suçu işleniyordu. Olanları zihni kabul etmiyor olacak ki bu bir kabus olmalı diye içinden geçirdi. Üzerinde bir ağırlık olur ya uyanır ama kalkamaz, avazın çıktığı kadar bağırır ama sesini duyuramazsın ya işte tam öyle. Ekranda gördüklerini değiştirmek istedi. Kaydırası geldi ama olmadı. 

Evden kendini dışarı attı. Uzun zamandan beri ilk kez, elinde telefon olmadan dışarıdaydı. Anne ile bebeği arasındaki göbek bağı kesilmiş gibi hissediyordu. Biraz yürüdükten sonra sevdiği kahveyi içmek için o meşhur kahve dükkanına girecekti ki; biri eline bir kâğıt tutuşturdu. 

"Her bir kahveniz, bir kurşun olup bir çocuğa saplanıyor."
Bir de resim vardı. BOYKOT… PROTESTO… 

Bir başkasına da verdiler aynı kâğıttan… Kadın, elindeki telefona bakarken verilen kâğıda şöyle bir göz attı ve kâğıdı buruşturup çöpe fırlattı. Sana ne, bu benim seçimim dedi. 

Birileri canını dişine takmış mücadele ederken, birileri bu kadar derin bir uykuda nasıl olabilir diye düşündü. Biri dünyanın öbür ucundan gelip, elinden ne gelirse yapmaya çalışırken; diğeri bir şeyler yapmaya çalışanı nasıl engeller ki dedi. Sanki koşarak gelene çelme takmışlar gibi hissetti… 
Omuzları düştü. Üzüldü… 

Kurtulmak lazım bu bağımlılıklardan. Telefondan, bilgisayardan, alışverişten, sigaradan. Sakınmak lazım faydasızdan' diye düşündü. Sanki kalpler eğlenceye dalmış, daldığı boşluktan da çıkamıyor gibiydi. 
Peki nerden başlayacaktı? Onca dikkat dağıtıcı, onca eğlence. İnsanın aklını alan onca çeldirici. Öğrenmek lazım sakınmayı. Sonra da Sakınmada Ustalaşmayı…


Her gerçek, heybesinde bir bedel taşır…

İnsanların çoğu, o bedeli ödemek istemediği için gerçeği de reddeder…

Dolayısıyla insan, mutlaka yüzleşeceği bedelleri büyütmüş olur…

 

"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın gerçek amacını amaç edinmiştir.

Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.

 

"KimKimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık", "Başarı Psikolojisi" ve "Sakınmada Ustalık" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

https://deneyimseltasarimogretisi.com/sakinmada-ustalik/

https://deneyimseltasarimogretisi.com/basari-psikolojisi-semineri/

https://deneyimseltasarimogretisi.com/iliskilerde-ustalik-semineri/

https://deneyimseltasarimogretisi.com/kim-kimdir-semineri/

Yorumlar