Sabahın erken saatlerinde uyanır biri onu yatağından kaldırsın diye saatlerce beklerdi Harun. Tavandaki en ufak ayrıntıyı bile dikkatle izler, bazen bir noktaya takılıp saatlerce kalırdı. Kimseyi rahatsız etmek istemez çok büyük problemi olmadıkça seslenmezdi annesine…
Yine o günlerden biriydi, uyanalı neredeyse iki saat olmuştu ve tuvalete gitmesi gerekiyordu. Annesine seslendi annesi hemen geldi ikiletmeden, onun düşüncesi de odaya girip Harun’u uyandırmamaktı. Annesi kaldırıp lavaboya götürdü. Sonrasında annesinin hazırladığı kahvaltıyı da ettikten sonra: “Anne ben çalışma masasına geçmek istiyorum.” dedi, kendini en rahat hissettiği yerdi orası. Yazabilmek ona çok iyi geliyordu. Yazmak istiyordu ama nasıl başlayacağını bilmiyordu…
Birkaç kere yazdı, yazdı, üzerini karaladı. Tekrar yazdı.
Tarık…
Tarık, selamlar kardeşim…
Nasılsın arkadaşım?
Tamam tamam utanma yaz hadi…
Tarık… Nasılsın?
Bu mektubu sana İstanbul'dan yazıyorum. Annem bana senden bahsetti. Senin videolarını izletti. Benimle aynı yaştaymışsın. Ben de 10 yaşındayım. Bana benziyormuşsun. Ben de futbol oynamayı çok seviyorum.
Çok seviyordum.
Hala seviyorum aslında... Ama biraz farklı oynuyorum anlarsın ya...
Annem bana senden bahsetti. Benziyormuşuz. Sen de dışarda oynamayı çok seviyormuşsun ben de. Senin de saçların kıvırcıkmış benim de... Senin de gözlerinde o bakış varmış; nasıl bir bakış olduğunu bilmiyorum ama annem o bakış diyor. Sende de varmış. Belki gözlerimizin renginden bahsediyordur bilmiyorum.
Tarık…
Sana yazmak istedim, biliyorum çok uzağız birbirimize. Ben İstanbul'dayım sen Gazze'de.
Ama Tarık, biz çok benziyoruz birbirimize biliyor musun? Yalnız olmadığını biliyor musun? Ben sana yürüyemiyorum ama tekerlekli sandalyem var, pedalları ellerimle çevirebilirim. Baya hızlandım söyleyeyim.
Tarık... Canın çok yandı biliyorum. Benden daha çok yandı biliyorum çünkü ben de bir kaza geçirdim ama seninki bambaşka bir hikâye...
Tarık, ama sana şunu söylemek istiyorum, hayat böyle de yaşanıyormuş. Bacaklarımız eskisi gibi değil, yürüyüp koşamıyoruz ama böyle de oyunlar oynayabiliyormuşuz. Böyle de arkadaş edinebiliyormuşuz... Biliyor musun ellerimin üstünde durup gövdemi havaya kaldırabiliyorum. Akrobatik hareketler yapıyorum ve çok havalıyım.
Tarık...
Annem diyor ki bizi yaratan bizi her halimizle seviyormuş ve bizi çok yakından izliyormuş. Bizim neler yaşadığımızı görüyormuş ve hep bizim yanımızdaymış. Bu beni o kadar güvende hissettiriyor ki sana anlatamam.
Tarık, senden cevap duymayı çok isterim… Senin yazmanı bekleyeceğim…
Gecenin geç saatleriydi, sabaha çok az kalmıştı. Hani sabah olmadan önceki o en karanlık saatler vardır ya, o saatlerdi işte. Karanlığın ortasında küçük çadırlarında kalıyordu Tarık ve ailesi. Dünya uyuyordu ama Tarık uyanıktı. Işıklar yoktu ama gözleri karanlığa alışmıştı.
Çadırın o her zaman baktığı tavanına bakıyordu, gözleri oraya takılıp kalmıştı. Rengi siyahtan yavaşça griye doğru açılmaya başlayınca Tarık sabahın geldiğini fark etti. Hemen yanında annesi yatıyordu. Onu uyandırmak istemiyordu ama aklında uzaktaki arkadaşından gelecek olan mesaj vardı. Annesi ona bir arkadaş bulduğunu söylemişti. Çok uzaklardan bir arkadaş. Ona bugün yazacaktı. Acaba kimdi bu arkadaş?
Gün aydınlandı ve diğer çadırlardan da sesler gelmeye başladı, onlarda da hareketlilik başlamıştı. Yeni gün başlamıştı…
Tarık bekledi, bekledi.
"Anne, mesaj ne zaman gelir?"
"Anne şimdi geldi mi?"
"Gelmiş mi anne?"
Annesi Selime Hanım yüzünde tebessüm, elinde telefonuyla Tarık’ın yanına geldi sonunda.
“Bir mesajın var oğlum, canım oğlum... Arkadaşın Harun'dan bir mesajın var.”
Tarık çok heyecanlanmıştı. Gözleri parıldadı, ağzında kocaman bir gülümseme belirdi. Kafasını ayağa kalkmak ister gibi yukarı doğru kaldırdı. Meraklı gözlerle bir annesine bir telefona baktı...
İşte sonunda gelmişti beklediği mesaj. Tekrar tekrar okudu arkadaşı Harun'un mektubunu...
Nerdeyse ezberleyecekti. Annesi ne kadar istese de çok fazla bakmasına izin veremezdi, imkanları kısıtlıydı sonuçta. Telefonları kapanabilirdi. Ama Tarık zaten ezberlemiş sayılırdı Harun'un yazdıklarını. Şimdi cevap yazma sırasıydı. Kâğıt kalemini buldu ve yazmaya başladı. Hata yapamazdı o yüzden önce kafasında toparladı...
Harun... Sevgili arkadaşım Harun...
Ben iyiyim, sen nasılsın? Daha önce hiç uzaktan arkadaşım olmamıştı bu yüzden ne yazacağımı bilmiyorum.
Harun...
Annem senden bahsetti.
Biz birbirimize benziyormuşuz.
Sen de benim gibi yürüyemiyormuşsun. Ayağa kalkamıyormuşsun. Ama öyle de olsa oynayabiliyormuşsun, okula gidebiliyormuşsun. Ben henüz alışamadım ve nasıl yapacağımı bilmiyorum ve kimseye söyleme ama biraz korkuyorum.
Harun...
Arkadaşım Harun, bana nasıl alışacağımı anlat. Nasıl futbol oynadığını anlat. Bana arkadaşların seni dışarı çağırdığında, nasıl yanlarına gittiğini anlat. Bana baban eve geldiğinde ona kapıyı açmak için nasıl koştuğunu anlat. Annen nefis yemekler yaptığında nasıl çaktırmadan bir lokma alabileceğini anlat.
Harun...
Hepsini anlat ama önce bir şey diyeceğim, dinle! Sana bir sır vereceğim.
Benden bir şeyler eksildi, ama içimde bir his var. Sanki sahip olduklarım azaldı fakat elimde kalanlar daha da kıymetlendi.
Harun, sana yazmaya devam edeceğim. Ve senden de yeni haberler duymayı çok isterim.
Bir gün bir araya gelmek duasıyla…
ALLAH’a emanet ol.
Yorumlar
Yorum Gönder