Arabanın
camından dışarı bakan Canan, hızla geride kalan ağaçları seyrediyor ve
gülümsüyordu. İki saatlik yolun ardından asfalt sona ermiş, araba toprak yolda
tatlı tatlı sallanmaya başlamıştı. Pencereyi açtı; yüzüne vurup ciğerlerine
dolan o temiz hava, şehirde bulamadığı bir eksiklikmiş gibi içine işledi.
Köyün dağ
yamacındaki evleri görünmeye başladığında bahar tüm ihtişamıyla karşılar
gibiydi onları. Yağmurla parlamış yeşilliklerin arasından papatyalar başlarını
kaldırmış, “Hoş geldin!” dercesine salınıyordu.
Şehirdeki koşuşturmanın aksine burada hava da su da toprak da dingindi. Evin
kapısı açılır açılmaz serinlik ve sadelik yüzüne vurdu Canan’ın. Sedirler,
kilim, kuzine, gaz lambası… Gerektiği kadar eşya, gereksiz hiçbir şey yoktu. Az
ama öz.
Köy evinin
sadeliği, Canan’ın içine yıllardır birikmiş bir pişmanlığı usulca bıraktı. “Nasıl
bu kadar çoğalmıştı eşyalar?” düşündü. Son yıllarda alışkanlıklar değişmişti.
Akşamları herkes kendi köşesine çekilip telefona gömülüyor, evin sıcaklığı
yerini sessiz bir kalabalığa bırakıyordu. Temizlikçi tutmalarının sebebi
yorgunluktu belki, ama beraber yaptıkları o Pazar temizlikleri bile aileyi bir
araya getirirdi eskiden.
Artık o da tv dizileriyle, alışveriş siteleriyle oyalanır olmuştu. Okumayı,
yazmayı; kendine ayırdığı o küçük alanı fark etmeden kaybetmişti.
“Balık baştan
kokar.” diye geçirdi içinden.
Belki de makina durmuştu — ve kendisi de uzun süredir kendi evine dönmek
istemez haldeydi.
Köyden dönüş
vakti geldiğinde içini daraltan bir ağırlıkla bindi arabaya. Ev yaklaştıkça,
üzerine çöken o duygu daha da büyüdü. Eve girer girmez bodruma indi; eşyaları
tek tek eline alıp ayırmaya başladı. “Verilecekler – Atılacaklar” diye poşetler
hazırladı.
Tam o sırada Beren koştu yanına.
“Sana
fayda vermeyecekse satın alma anne.” dedi.
Canan’ın zihninde bir şey yerine oturdu.
İsteklerini ihtiyaç sanarak doldurdukları ev… Dolap dolusu ayakkabı varken “İhtiyacım var.” diye alınan bir yenisi. Dekorasyon diye alınıp bir kenara atılan eşyalar. Bunlar sadece evde yer kaplamıyor; omuzlarına ağırlık gibi çöküyordu.
“Bir
eşya kullanılmazsa fayda değil yük olur.” diye tamamladı içinden.
Ve ilk kez gerçekten rahatladı.
O akşam ailece
temizlik operasyonu başlattılar. Bazı eşyalarda tartışma çıktı, bazılarına
herkes dört elle sarıldı, fakat sonunda bodrumun çoğu boşaldı. Evin içi
genişlemiş gibi, nefes alır gibi oldu.
Canan artık
neyi aradığını biliyordu.
İhtiyacın olmayanı ne satın alacaksın ne de saklayacaksın.
Sadelik, evden önce zihni ferahlatacaktı; bunu hissediyordu.
Her gerçek, heybesinde bir bedel taşır…
İnsanların çoğu, o bedeli ödemek istemediği için gerçeği de reddeder…
Dolayısıyla insan, mutlaka yüzleşeceği bedelleri büyütmüş olur…
"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın gerçek amacını amaç edinmiştir.
Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık", "Başarı Psikolojisi" ve "Sakınmada Ustalık" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
https://deneyimseltasarimogretisi.com/iliskilerde-ustalik-semineri/

Canan bodrumu ayıkladıkça benim de zihnim rahatladı...:) sadeleşmeyi çok güzel anlatmışsınız kaleminize sağlık...
YanıtlaSilSon yıllarda hangimizin evi Canan’ın evi gibi olmadı ki? Üzerimize para verip yük yüklüyoruz, sonra kurtulmak için çareler arıyoruz, depo bile kiralıyoruz. Sadelik, kullanacağımız kadar eşya acil dönmemiz gereken yer. Kaleminize sağlık!
YanıtlaSilHayatımıza düşünmeden aldığımız her şey aslında bizi aynı sonuca götürmüyor mu? Çok çok alıyoruz ama ruhumuz açlık çekiyor, doğru besinle beslenemediği için. Doyumsuz obez hayatlardan sıyrılabilmenin hafifliğini yaşattı yazı bize🥰 emeklerimize sağlık
YanıtlaSilHep verdikçe veresi gelmiyor mu insanın🤭
YanıtlaSilTam da böyle bir dönemden geçerken ne tesadüf ☺️
YanıtlaSil