Ayla sabah uyandığında ölecek gibi hissediyordu. Bu nasıl bir acı, “Neden ben, ben buna dayanamam!” kelimeleri tekrar tekrar zihninin içinde yankılanıyordu. “ALLAH’ım bana yardım et, ne yapacağım ne yapacağım.” derken her zaman yaptığı gibi telefonla ablasını aramıştı bile. Alo ben Ayla diyememişti. Sesi içine kaçmış gibiydi. Ağzından çıkan tek çıkan boğuk bir sesti: “Abla, ben ne yapacağım bilmiyorum.” olmuştu.
Zeynep bu aramaları bilirdi. Her seferinde ağlayan, kızan, inleyen küçük kız kardeşine koşmaktan yorulmuştu ama Ayla hala aynı Ayla’ydı. Daha doğrusu ilk sesi duyduğunda aklına gelen bu olmuştu. Aynı Ayla! Ama bu sefer, ağlayamayan, kızamayan, inleyemeyen bir Ayla vardı telefonda. “Bu sefer farklı olabilir mi?” aklından geçen buydu. ‘’Ayla canım tamam sakin ol ben geliyorum tamam mı? Ayla geliyorum. Sen dur, bir şey yapma tamam mı Ayla?’’ Ayla’nın sesi çıkmıyordu. Sesini almışlar da lal olmuştu sanki Ayla. Cevap vermeyi bırak, boğuk bir sesten öteye geçmiyordu duyulanlar. Zeynep arabaya atlamıştı bile. Korkuyordu kardeşi için. Kurtarmak, ateşin içinden almak istiyordu kardeşini. Ama aklından onca geçen şey arasında bir başlık vardı.
İnsanı kurtaracak tek kişi, yine kendisi ve kendi yaptıkları ya da yapmadıklarıdır.
Zeynep eve geldiğinde Ayla’yı tanıyamadı. Gözlerindeki ışık tamamen gitmiş gibiydi. ‘’Abla Taner” diyebilmişti sadece Ayla. Tamam güzelim tamam geçecek söz veriyorum geçecek. Zeynep tüm günü Ayla’nın yanında geçirdi. Arada ağzından çıkan kelimelerden hikâyeyi anlamıştı. Taner yine bir kadınla basılmıştı. Bu ne ilkti ne de son olacaktı. İlk vaka nişanlandıklarında olmuştu. Başka bir başlık daha yankılandı zihninde. Gitsem şu Taner’i topuğundan vursam da kurtulsak beraber.
Aslında tüm başlangıçlarda kişiler kendileri ile ilgili işaretleri verir de, insan görmek istemez.
‘’Güzelim annemle konuştum. Şimdi senin için bir bavul hazırlıyorum. Beraber Ada’ya gidiyoruz. Annem çatı katını sana hazırlamış. Ben işe gitmek zorundayım, burada yalnız kalamazsın. O seninle kalacak tamam mı?’’
Ayla sadece başını sallamakla yetindi. İçi boş bir bebek gibi ne söylenirse yapıyordu. Çatı katına girdiğinde bu sefer farklı diye düşündüğünü fark etti. Annesine sarıldı ve bebek gibi ağlamaya devam etti. İçindeki duygu diğer zamanlardaki gibi panik ya da öfke değildi. Başka bir şeyler oluyordu. Bu gerçekten artık son galiba dedi hıçkırığı artarken. Uyandığında annesi yanında yoktu, ama acı içindeydi. Başucundaki suya uzanıp bir iki yudum alıp uyumaya devam etti.
Günler sonra kendine geldiğinde o malum gecenin üstünden kaç gün geçtiğini bilemedi. Geceler ve gündüzler birbirine girmişti. Tüm sistemi alt üst olmuştu. Dayandığı her şey yıkılmıştı. “Dayandığımı sandığım şey aslında hiç yokmuş ki” dedi içinden yükselen hıçkırığa engel olamayarak. Gözyaşları artık onun izni olmadan akıyordu. Yatağın yanındaki krakerlere hamle yaptığında en son ne zaman yediğini hatırlayamadı. Annesinin tüm ısrarlarına rağmen midesi hiçbir şey almıyordu. Sulu bir şeyler yemeliyim belki diye düşündü. Annesi o gün için İstanbul’a inmişti. Saatine bakmak için telefonuna uzandığında onlarca arama ve mesajı gördü. Taner’in adını görünce içinde bir boşluk hissi oluştu. Bomboş. Kara delik gibi. Yataktan kalkıp aşağıya indi.
Eli tekrar telefona gitti. Mesajlara baktı. En az 20, 30 mesaj göndermişti Taner. Tek tek okumaya başladı.
-Ayla neredesin?
-Ayla saçmalama abartıyorsun, iş görüşmesiydi sadece, kilidi değiştirmek de ne demek oluyor?
-Canım hadi ama biliyorsun, sadece sen varsın benim için. Abartma hadi!
- Hadi canım karım, gel geri bu ne demek oluyor.
Ama mesajlar gittikçe değişmeye başlamıştı. Tatlı tatlı başlayan mesajlar sinirli, öfkeli bir hal almaya başlamıştı.
- Sen ne yaptığını sanıyorsun?
Diğerlerini okumadan sildi. Tüm mesaj kutusundaki mesajları sildi ve içi bomboş yatağa geri döndü.
Annesi ve ablası Zeynep beraberce elleri kolları dolu eve döndüler. “Hadi bakalım yürüyüşe gidiyoruz. Artık yeter.” Ayla itiraz etmeden denileni yaptı. Artık kalkması gerektiğini biliyordu. Hiç gücü olmamasına rağmen kendini zorladı. 10 dakikalık yürüyüş bile ne de iyi gelmişti. Yürüyüşleri arttırarak devam etti. 10 gün sonra artık evine dönmesi gerektiğine karar vermişti. Burada kapanıp kalamazdı. Hayata geri dönmesi gerekiyordu.
Şimdi aksiyon zamanıydı ama ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Hiç kendim için bir şey yapmadım mı ben diye düşündü. Kendi hayatı yerine Taner’in hayatını yaşamıştı adeta. Onun sevdiği yemeği yapıp, onun sevdiği şekilde giyinip, onun arkadaşları ile görüşüyordu. Evdeki tüm alışveriş Ayla’nın işiydi. Faturalar onun bankasında otomatik ödemedeydi. Usta ayarlamaları, doktor randevuları, gezi organizasyonları hep Ayla’daydı. Taner’in bunlarla uğraşacak zamanı yoktu. Sahi neden yoktu? Bunca zaman neden eve gelirken hiçbir zaman bir şey getirmemişti? Bunu bile sormamıştı.
Evine gittiğinde uzun zamandır ilk defa acıktığını hissetmişti. Annesinin gönderdiği konserve menemenlerden birini açtı. Üzerine iki yumurta kırdı. Otomatik olarak yumurtaların sarısı çok pişmeden ocağın altını kapattı. Taner öyle severdi çünkü. “Ne yapıyorum ben? Sen nasıl seviyorsun Ayla menemeni?” Bu soruya bir cevabının olmaması onu öfkelendirdi. Oysa Taner’in herşeyini çok iyi biliyordu. Taner kahvaltıda ekmeği ısıtılsın isterdi. Çayını kahvaltının ortasına geldikten sonra alırdı yoksa soğurdu çay, öyle sevmezdi. Ardından duşunu alırdı. Bornozu haftada bir yıkanmalıydı. Ayrıca 6 ayda bir yenilenmeli. Yumuşatıcı cildine alerji yapıyordu onun için kurutma makinesi almışlardı havlular yumuşak olsun diye. Oysa Ayla açık havada salına salına kuruyan çamaşırların kokusunu severdi. “Evet” dedi “Severdim değil mi?” Bak benim de bir tercihim varmış. Ama Taner’i mutlu etmek için kendi tercihlerinden teker teker vazgeçmişti. İnsan karşısındakinin isteklerini yaparak mutlu etmeye çalışır. Oysa istekler kara delik gibi verdikçe büyür. Öyle ya ben bu adamdan önce de vardım. Ama aklına hiçbir şey gelmiyordu. Ben şu son 10 yılda Taner’i elimde tutmaktan başka hiçbir şey yapmadım mı yani? Ne kadar acı dedi. Aklına üniversitedeki hali geldi. En son kendini gerçekten değerli hissettiği zaman oydu. “Ne oldu bana böyle? Nasıl bu kadar acınası hale geldim? Soruların ağırlığı omuzlarını düşürüyordu ki… Neyse her biri geçmişte kaldı şimdi eylem zamanı.” dedi ve ayağa kalktı
İnsan başkalarını mutlu etmeye çalışırken kendi hayatını ıskalar.
Her gerçek, heybesinde bir bedel taşır…
İnsanların çoğu, o bedeli ödemek istemediği için gerçeği de reddeder…
Dolayısıyla insan, mutlaka yüzleşeceği bedelleri büyütmüş olur…
"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın gerçek amacını amaç edinmiştir.
Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık", "Başarı Psikolojisi" ve "Sakınmada Ustalık" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
https://deneyimseltasarimogretisi.com/sakinmada-ustalik/
https://deneyimseltasarimogretisi.com/basari-psikolojisi-semineri/
https://deneyimseltasarimogretisi.com/iliskilerde-ustalik-semineri/
Yorumlar
Yorum Gönder