“Ben, neden olduğunu bilmiyorum.
Yataktan kalkamıyorum. Evden çıkmak istemiyorum. Tek gördüğüm pencereme çarpan
yağmur damlaları.”
Yorganını iyice yukarı çekti Tuğçe. Bugün de pek neşeli kalkmamıştı. Kalkıp da
yüzünü yıkayası, dişlerini fırçalayası yoktu. Aslında galiba güne başlayası hiç
yoktu. Odada kıpırtılar duydu. Sonra ayak ucunda bir sıcaklık hissetti.
Kedisi Meyan yatağa atlayıp onun çevresinde volta atmaya başlamıştı. Bir aşağı
bir yukarı. Gelip biraz başına sürtünüyordu, sonra ayak ucuna gidip o masajımsı
hareketlerini yapıyordu ayaklarına. Tuğçe’nin ilgisini istiyordu, onu
özlemişti. Ama Tuğçe’nin kendisiyle bile ilgilenecek enerjisi yoktu ki. İçinde
hiç anlamlandıramadığı bir isteksizlik vardı ne yapmak istese hiç hali yok
gibiydi sanki.
Meyan ilgiyi alamayınca yataktan
atladı. Tuğçe de yorganından araladığı küçük pencereden odaya şöyle bir göz
gezdirdi. Kedisi kitaplığının arkasına geçip dekor mumlarını yere
düşürmüştü.
Aaa! Sahi kedi demişken kedinin mamasını ve kumunu en son ne zaman kontrol
etmişti. Yavrum aç kaldı diye anca yerinden kalkabildi biraz. Mamasına baktı
eşi onu halletmiş kumunu da değiştirmişti. Hakikaten ne iyi adamdı Selim.
Yönünü mutfağa doğru çevirdi, eşi çoktan işe gitmişti. Ardında bıraktığı izler,
Selim’in atıştırdığını söylüyordu. ‘Ayağı ile bye bye
yapmak’ sözlerini hatırladı. Biraz kızdı kendine. Oysaki bu isteksizlik
onu bulmadan önce, eşini kahvaltısız işe gönderir miydi?
Neredeyse bir aydır bu şekilde hissediyordu Tuğçe. Neydi bu üzerindeki rehavet?
Mevsim geçişi ile mi ilgiliydi, yoksa sonbahar depresyonuna mı girmişti?
Kafasında bu sorular dönerken bunun artık bir son bulmasını da istiyordu.
Ne var ki içinden nasıl çıkacağını bilmiyordu. Çok yorulmuştu.
“Yıl sonuna yaklaşıyoruz ne kaldı ki? Yapamayacağım. Ne diye giriştim bu işe
ki! Ama olmuyor işte. Altından kalkamadım. Heh söyledim işte. Beceremedim!”
Tuğçe eski işinden istifa edip kendi işletmesini açalı neredeyse bir yıl
olmuştu. Bir hevesle başlamıştı bu işe ve galiba çok da düşünmemişti üstünde.
Eski işi ona artık ağır ve saçma gelmeye başlayınca istifayı basıvermişti. Hem
de evlendiğinden beri ev işleri de yoruyordu onu. “Biraz daha tempoma
uygun bir işim olsa iyi olur.” diyordu.
İş yerindeyken bir yandan da hayaller kuruyordu. Bir takı dükkânı açacaktı. Bu
fikir aklına okuduğu bir yazıdan gelmişti. Takı işleriyle meşgul olan başarılı
bir kadını anlatıyordu. O da takıları çok seviyordu, "Toptan alıp
satarım. Küçük de bir dükkân kiralarım, mis gibi sevdiğim işi yaparım." diye
düşünüyordu.
İşten ayrılmıştı. Ne güzeldi ilk zamanlar, minik bir dükkân kiralayıp önce
tadilatını yaptırmıştı. Ne masraftı ama. Bu kadar tutabileceğini tahmin
edemezdi. Sonra toptancılardan en beğendiği takıları toplayıp özenle
yerleştirmişti dükkanına. Sermayesinin tamamını bitirmişti. Ama buna değerdi.
Eşi de ona destek oluyordu. Biraz da ona borçlanmıştı.
Müşterileri gelsin diye açılışa özel indirimler yaptı, ikramlar verdi. Başlarda
iyiydi. Bir süre satışları iyi gitti. İyi gittikçe biraz daha büyütmeyi düşünüp
daha fazla ürün aldı. Deposuna kaldırdı. Dükkanına gelip ona kendi ürünlerini
satmasını isteyenler de oldu, onlardan da aldı. Elinde artık bir sürü takı
vardı.
İlk aylar iyiydi ama sonraları artık satış yapmamaya başladı. Bir iki ay derken
aradan altı ay geçti. Dükkân artık kirasını ödeyemiyordu. Bir sürü borca
girmişti. Dükkânı kapatıp uzaktan siparişle devam etmeye karar verdi. Bir süre
oradan satışlar yaptı, ama artık müşteriler oraya da uğramaz olmuşlardı. Elinde
bir sürü takı ve borçla işin içinden nasıl çıkacağını bilmez bir halde şimdi
işte odasındaydı.
Bir de şu sonbahar gelmesin mi!
Ah sonbahar…
Ne güzel yapraklarını döküyor ağaçlar. Ona fazla gelenleri bırakıyor.
Vazgeçişlerini yaşıyor. O yapraklar ona bu soğuk aylarda ağır gelecek
çünkü.
Neyi ne zaman yapması gerektiğini biliyor. Ne zaman bırakması ve ne
zaman yeniden başlayacağını da biliyor.
Tuğçe işinin iyiye gitmediğini anlamıştı. Bir karar verene kadar da hayat onu
sıkıştırmıştı. Her karar bir vazgeçişti. Şimdi ise
vazgeçişinin depresyonunu yaşıyordu. Ama bir harekete geçmesi de gerekiyordu
artık.
Sonbahar gelmişti evet ama bunu atlatıp, artık yeniden başlamak istiyordu.
Peki ne yapmıştı da olumsuz sonuçlarla karşılaşmıştı? O başarılı kadın ne
yapmıştı da başarmıştı? Bunları anlamak istiyordu…
Her gerçek, heybesinde bir bedel taşır…
İnsanların çoğu, o bedeli ödemek istemediği için gerçeği de reddeder…
Dolayısıyla insan, mutlaka yüzleşeceği bedelleri büyütmüş olur…
"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın gerçek amacını amaç edinmiştir.
Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.
Yorumlar
Yorum Gönder