KANATLAN NAZAN
Nazan, kelimelerin sesinden çok kokusunu severdi. Evet yanlış duymadınız kokusunu! Zira onun için kelimelerin sesi gibi kokusu da vardı. Hayatı dokunuşlarla, tatlarla ve kokularla algılayan, iç dünyası derin olup dışarıya bunun da pek azını yansıtan sessizliğe aşık bir kızdı Nazan. İnsanlar onu içine kapanık sanırdı, oysa Nazan için bu dinginlik, sakinlik, sessizlik bir kuşun yuvasına sığınması gibiydi.
O gün sıcacık yatağından kalkmak ona çok zor gelse de ilk
iş günü için heyecanla erkenden kalkıp özenle hazırlandı. Ne de olsa
küçüklüğünden beri hayalini kurduğu bir işi vardı artık, kütüphanede
çalışacaktı.
Kitapları, bölümlerine göre raflarına dizmekle işe
başladı. Son kitabı eline aldığında yaşadığı hissiyat çok tanıdıktı. Elindeki
eski kitabın sayfalarını hafifçe araladı, o güzel kokuyu içine çekti. Gözleri
buğulandı. O koku onu çocukluğuna götürmüştü.
Köydeki evleri geldi gözünün önüne. Sobanın yanındaki yün
halının üzerine kıvrılmış, babasının şehirden getirdiği kitapları okurdu.
Sobanın üzerinde tıslayan çaydanlık ve yanına koyulan mandalina kabuklarının
yaydığı o tanıdık koku… Ve en çok da babasının onun için seçtiği kitaplar.
“Al kızım senin sayfanın kokusu bu kitapta gizli.” derdi babası. Nazan, kitabı alır almaz önce koklardı. Burnuna değil adeta yüreğine çekerdi o kokuyu.
Nazan kütüphanedeki kitaplarla, sanki çocukluğuna uzanan
bir zaman yolculuğuna çıkmıştı.
O tanıdık mandalina kokusu
burnuna dolunca gözleri doldu. Tam o sırada arkasından gelen ses bu
büyüyü bozdu.
“Merhaba Nazan! Ben senin çalışma arkadaşın Melike.
Dalmışsın kitapların arasına. Ne düşünüyorsun bakalım? Bana da anlat. Malum
artık iş arkadaşı olduk, birbirimize her şeyi anlatırız. Yoksa çekilmez burası
valla. Şu kitabın kapağına bak, ne kadar saçma değil mi? İnsan bunu niye okur
ki!”
Nazan gülümsedi ama içi huzursuzdu. İşte istemediği ot yine burnunda bitmişti. Üç gün
geçmişti ama Melike’nin söyleyecekleri hiç bitmemişti. Mütemadiyen, bulduğu her
fırsatta durmaksızın konuşuyordu. İlk gün “Heveslidir.” dedi Nazan, “Arkadaşlık
adına başlangıç sayılabilir.” İkinci gün “Geçer.” diye düşündü, “Her güzel şey
bir gün biterdi ne de olsa.” Üçüncü gün ise “Yine aynı şey…” deyip iç geçirdi,
“Asla bitmeyecek, galiba!”
Okulda sıra arkadaşı, apartmanda komşunun kızı, hatta
üniversite yurdundaki oda arkadaşı, hepsi aynıydı. Ne zaman iç dünyasında bir
alan kurmaya çalışsa, hayat adeta alay
edermişçesine, hemen yanı başına susmak bilmeyen birini koyuyordu.
Akşam saatinde Melike bir bardak çayla geldi yanına.
“Biliyor musun, seninle çalışmak çok zor!” dedi. Nazan şaşkınlıkla bakınca
devam etti. “Hiç konuşmuyorsun. Sanki duvar gibisin. Bir yandan da merak ediyorum. Neden hiç konuşmuyorsun?”
Nazan usulca yanıtladı. “Ben konuşmamayı tercih ediyorum. Pek
sevmiyorum sanırım.” Melike düşünceli şekilde “Neden hep
senin gibiler düşüyor ki benim payıma?” diye sordu.
Bunu duyunca çok şaşırdı Nazan. Demek ki Melike de kendisiyle aynı sorunu yaşıyordu ama onunki tam tersiydi. Aslında ikisinin de payına istemedikleri düşüyor gibiydi. Yani o da ne zaman konuşacak biri istese, hayat yanına benim gibi kelimelerle arası olmayan insanları denk getiriyordu.
Nazan başını eğdi ve bir süre düşündü. Sonra yavaşça
konuştu:
“Belki de hayat, suskunların sınavını konuşkanlarla,
konuşkanların sınavını suskunlarla yapıyordur. Sen bende sabrı öğreniyorsun.
Ben de sende kabullenmeyi.”
Melike hafifçe gülümsedi. “Ben zor muyum yani?” dedi.
Nazan omuz silkti. “Zor değil. Yalnızca, sanırım biraz farklıyız.”
“Demek hayat bize cevabını vermemiz gereken bir soru
soruyor da sanki biz bir türlü doğru cevabı vermiyoruz gibi ha?” dedi Melike
gözleri parlayarak.
O günden sonra ikisi de tekrar eden bu tarz sorulara
dikkat kesildiler. Doğru soruları sormazlarsa doğru cevapları bulamayacaklarını
anlamışlardı. Doğru cevaplar için de
birbirlerinin farklılıklarını, kabul etmeleri önemliydi.
Melike konuşurken arada durup, Nazan’a biraz sessizlik
alanı bırakmaya başladı. Nazan da yuvasından kafa uzatmaya, arada birkaç
cümleyle sohbetlere katılmaya başladı. Ve sonunda şunu fark etti. Bazı insanlar
hayatımıza sadece sınav olarak değil, ders olarak gelirler. Hayat onları bize
alışık olduğumuz yerden dışarıya adım atmayı öğretsinler diye gönderir. Çünkü
yuva güvenlidir, ama kuşlar kanatlandıkça güçlenir.
Neden,
Sıradışı bir ilmin,
Sıradışı keyiflerin,
Sıradışı ortamın,
Sıradışı ilişkin,
Ya da sıradışılarla ilişkilerin olsun ki?
Neden seninle ilişki kursunlar, sana değer versinler?
Sıradan bedellerle ödemede inatçı bir insanın, neden sıradışı bir yaşamı olsun ki?
Çünkü hayat daima neye rağmen ne yaptıklarına puan veriyordu :)
YanıtlaSilBugün ki sinir olduğum arkadaşım bana ne öğretmeye geldin acaba... Elinize sağlık
YanıtlaSilNe çektin be Nazan diyesim geldi. Çok tatlı bir hikaye. Keşke çok uzun zaman önce farklılıkların niyet ve hislerle ilgili olmadığını anlamış olsaydık ve her hikaye böyle devam etseydi.
YanıtlaSilAh o mandalina kokusu yazıyı okurken burnumuza geldi. Ne hoş ne kıymetli bir kalem
YanıtlaSilEmeği geçenlerin ellerine sağlık
YanıtlaSilBilgilendirici keyifli bir yazı olmuş💜
kaleminize sağlık..
YanıtlaSilNazan olunca bir tek sınav bize geliyor sanıyoruz, melike olunca bir tek bize... Oysa ikisi de birbirine sınav, ikisi de birbirine zor. Farklılıklarımızı kabul etmeyle ilgili ne kadar güzel bir yazı olmuş.Tebrikler
YanıtlaSilOkurken nazan olduğumu fark ettim. Kitapların kokusundan haz duyan insanlarla konuşmaya çokta gerek duymadan. Ama bunun da bir eksiklik olduğunu fark eden. Kaleminize sağlık...
YanıtlaSilEmeğinize sağlık 🌸
YanıtlaSilKaleminize sağlık hocam🎈
YanıtlaSilKütüphane candır kitaplar bambaşka dünya...kaleminize sağlık
YanıtlaSilHerkesin meyil ettiği kolay geldiği ve ya zorlandığı taraf var. Mesele bu farklılıklarla uyum içinde yaşayabilmek. İnsan bunun farkında olmayınca da daha iletişimi de ona göre oluyor. İnsanın farkındalığını artıran yazılarınız için teşekkürler...
YanıtlaSilgüvenli yuvadan uçmayı öğrenerek ayrılmak... insanın kendini geliştirmesi ne kadar beğenilesi...
YanıtlaSilİnsan hep benzerini istiyor ama zıttı ile güçleniyor... Ne güzel bir yazı olmuş...
YanıtlaSilFarklılıkları biliyor olmanın konforu çok büyük. İnsanın sınavını kolaylaştırıyor. Çünkü insan bilmediği bir şeye nasıl sabredebilir ki…
YanıtlaSilEmeğinize sağlık🫶
"Hayat onları bize alışık olduğumuz yerden dışarıya adım atmayı öğretsinler diye gönderir. Çünkü yuva güvenlidir, ama kuşlar kanatlandıkça güçlenir." Çok güzel bir mesaj...
YanıtlaSil“İşte istemediği ot yine burnunda bitmişti. Üç gün geçmişti ama Melike’nin söyleyecekleri hiç bitmemişti.” Hem güldüren hem düşündüren eğlenceli bir yazı olmuş :)) Kaleminize sağlık…
YanıtlaSilSabır ve kabullenme bugünlerde neredeyse unutulan iki sözcük…
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🍃
Kaleminize sağlık
YanıtlaSilSabır ve Kabullene bile bilmek ancak bir birimizden farklı olduğumuzu anlayınca gerçekleşe bileceğini öğreten bir yazı oldu. 🌿
Çok teşekkür ederiz kaleminize sağlık 🥰
emeğinize sağlık...''Sabrı ve kabullenmeyi'' bize çok güzel anlattınız teşekkürler...
YanıtlaSilyuva güvenlidir, ama kuşlar kanatlandıkça güçlenir.
YanıtlaSilNe güzel bir bakış açısı...
Sıradışı bir ilim nasip etsin ALLAH bizlere inş :)
YanıtlaSilBen de bir Nazan’ım ve hep bir Melike’m var
YanıtlaSilHer şey anlamakla başlar, aramızdaki farklılıkları bile ne kadar anlarsak, o kadar kabul ederiz.
YanıtlaSilhepimiz aynı olsak ne sıkıcı olurdu aslında dimi?
YanıtlaSilinsan da çay gibi herşeyi deminde güzel. ne çok konuş ne de tamamen sus. kanadın varsa kullan. kendini engelli hale getirme :)
YanıtlaSil