ÇÖKELEKLİ YUMURTA
Aynadaki görüntüsüne bakıp kendi kendine gülümsedi. Hazırlanması bu sefer kısa sürdü. Eskiden olsa bir hafta öncesinden başlasa anca kendini hazır hissederdi. Şimdi ise neredeyse bir saatte kapıdaydı. Ebru biraz heyecanlıydı, uzun zamandan sonra ilk kez böyle bir davete katılacaktı. Salondan içeri girdiklerinde onları düğün sahipleri karşıladılar. Ortam oldukça güzeldi. Beklenen an geldiğinde gelin ve damat orkestra müziği ile salona giriş yaptılar. Sonunda da tabi ki o meşhur cümle kuruldu.
“İyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta,
her durum ve koşulda eş olarak kabul ediyor musun?”
Bu sözle Ebru bir an geçmişe doğru gitti.
“Sahi iyi ve kötü gün neydi?”
Nail ile güzel bir tören ile evlenmişlerdi. Nail’in
ailesinin maddi durumu iyiydi. En güzel şekilde düğün yapılmış, evleri çoktan
hazır edilmişti. Ebru’nun istediklerini de iki etmiyorlardı. Evlenene kadar da el bebek gül bebek bir
hayatı vardı. Kıyafetleri için ayrı odası vardı ama ona “Giyecek hiçbir şeyi
yok...” gibi gelirdi.
Evlendiğinde de durum aynıydı. Balayından
döndüklerinde “Evin şurası neden böyle, bu niye yapılmadı?” sorularının ardı
arkası pek kesilmiyordu. Daha nişanlıyken peşin peşin, “Yemek ve temizlik
işlerinden anlamam. Pek bir şey beceremem yani, yardımcı isterim.” diye
anlaşmıştı. Yardımcıları yetmedi, çocuklar da olunca bakıcılar da girdi işin
içine. Onları da kendi gibi el bebek gül bebek yetiştirmek istiyordu. İlk
günlerden itibaren en güzel oyuncaklar, en iyi imkanlar… Haliyle çocuklar
büyüdükçe istekleri büyüdü ve bu istekler birer sorun haline gelmeye başladı.
Çözüm olarak bulduğu şey ise; sorunları birer talep olarak eşi Nail’e
iletmekti.
Bir gün, daha önce hiç karşılaşmadığı bir
şekilde Nail, Ebru’ya çok sert çıktı. “Artık senin isteklerine yetişemiyorum,
karşılayacak durumda değilim. Şimdiye kadar idare etmeye çalıştım ama artık
buna gücüm yetmiyor. Zor zamanlardan geçiyoruz, şirketimiz iflas eşiğinde ve
her şeyimizi kaybedebiliriz. İstersen ailenin yanına dön. Onlar size bakar, ben
bu şekilde devam edemeyeceğim. Daha kötü günler bizi bekliyor, ama sen şu anda
sahip olduğun şeylerin bir azına bile tahammül edemiyorsun, yoklukla başa
çıkacağını düşünmüyorum.” deyiverdi.
Bu sözler Ebru’yu derinden sarstı. İlk
aklından geçen, “Niye evi kendi üzerime yapmadım?” oldu. Şimdi ailesinin yanına
dönmek nasıl olacaktı? Çocuklar ne olacaktı? Kafasında bin soruyla bir süre
bağıra çağıra ağladı ama ne fayda! İş gün yüzüne çıktığında anne-babası
yanlarına gelmesi için ısrar edip, “Eğer orada kalırsan sana ve torunlarımıza destek
olamayız.” Dedi. Ebru ise ailesinin isteğini kabul etmek istemiyordu. Savaştan
kaçmayı kendine yediremeyen bir komutan misali evinde kalmayı seçti. Ancak
artık evde ne yardımcı vardı ne de bakıcı. Az çok bir şeyler yapmaya çalışsa da
çok zorlanıyordu.
Hiç bilmediği bir dili konuşmak gibiydi
başına gelenler. Yine de çat pat derdini anlatan turistler gibi didine uğraşa
tünelin ucunda ışık göründü. Artık işler eskisi kadar zor gelmemeye başlamıştı.
Bir süre sonra ise çocuklar da bu durumdan nasiplenip çamaşır asarken, yemek
hazırlarken, toz alırken destek olur hale geldiler.
Zaman geçtikçe eksiklikler eskisi kadar
önemli olmamaya başladı; fakat işler yokuş aşağı gitmeye devam ediyordu. Öyle
ki bir gün evlerinden de olup yeni bir semte taşınmaları gerekti. Eskiden olsa
kazan kaldıracak olan Ebru kendini eşini teselli edip çocuklarını toparlarken
buldu. “Hallederiz bir şekilde, neyi yapmamız
gerekirse, birlikte üstesinden geliriz. Biz birbirimize söz vermedik mi! İyi
günde kötü günde diye…”
Hiç olmadıkları kadar birbirilerine destek oldukça,
bağları güçlendi, sevgileri arttı. Yokluk vardı, ama nedense kendilerini
eskisinden daha iyi hissediyorlardı. Çocukların mızmızlıkları yerini
gülüşmelere bıraktı.
O günlerden birini asla unutmayacaktı Ebru.
Ellerinde para kalmamışken çocuklar “Anne acıktık.” diye yanına geldiler. “Ne
pişirsem?” diye dolabı açtığında köyden gelen komşusunun verdiği çökelek ve
yumurtayı gördü. Çökeleği biraz yağda kavurup üzerine yumurtaları kırdı, biraz
tuz ve karabiber ekleyerek yemeği hazırladı. Çocuklar, yemeğin kokusunu duyunca
tavaya koşmuş, yumurtaları çekiştirerek birbirlerinden daha fazla almak için
yarışıyorlardı. Ebru’nun aklına masada her türlü yemeğin olduğu fakat
çocukların elleri ile ittikleri zamanlar geldi. “Hayat ne tuhaf!” diye içinden
geçirdi. O sırada kapıda Nail belirdi. İş bulduğunun müjdesini getirdi.
Gözlerinden yaşlar süzüldü, bu sefer mutluluğun gözyaşlarıydı.
İnsanın mutlu olabilmesi için pek de bir
şeye ihtiyacı yoktu. Varlık zamanında mutsuzdu, ona mutluluğu veren
zamanın ise yokluk zamanı olması ne tuhaftı... Olanı tüketirken aile
olamamışlardı. Ancak zorluklara karşı beraber mücadele etmek onları birbirine bağladı.
Nail’in dürtmesiyle Ebru kendine geldi.
“Hayatım nerelere daldın, bak seni piste oynamaya
çağırıyorlar.”
Ebru gülerek elini Nail’e uzattı “Hadi o
zaman birlikte…”
Her gerçek, heybesinde bir bedel taşır…
İnsanların çoğu, o bedeli ödemek istemediği için gerçeği de reddeder…
Dolayısıyla insan, mutlaka yüzleşeceği bedelleri büyütmüş olur…
İnsanın mutlu olabilmesi için pek de bir şeye ihtiyacı yoktu.
YanıtlaSilEvet....
Ebru eşine destek olmak için zor ama doğru bir karar vermiş. azın bereketinin başka olduğunu görmek varmış kaderde...
YanıtlaSilDemekki mutluluk dışardan alınamayan birşey kendi içimizde mevcut hepsi :) çok güzel bir yazı olmuş elinize sağlık
YanıtlaSilBencillikten birlikte üstesinden gelirize dönen bir ilişki ne güzel, dönüşümlerimiz hep böyle olsun
YanıtlaSilÇok anlamlı bir yazı olmuş…
YanıtlaSilKaleminize sağlık…
Şu günlerde her insanın hatırlaması gereken bir gerçek...
YanıtlaSilkaleminize sağlık tebrikler
YanıtlaSilaile olmak aynı yöne bakmak ortak hedeflere beraber yürüyebilmek ... zıddında da hunharca tüketmek zamanı, imkanları, varlığı... varlıkta yok olanların yoklukta var olduklarını okumak ve deneyimlemek pek güzel... kaleminize sağlık
YanıtlaSilİnsanın en mutlu günleri zorluk zamanlarında oluyor. Çok güzel bir yazı. Elinize sağlık.
YanıtlaSilVarlık zamanında mutsuzdu, ona mutluluğu veren zamanın ise yokluk zamanı olması ne tuhaftı💜
YanıtlaSilYine her zaman ki gibi nefis bir yazı olmuş🥰
hangi yokluk insanı vazgeçmekten alıkoyar? hangisi vazgeçemeye sebep olur? somut yoklukla baş edip soyut varlığa erişenlere selam olsun.
YanıtlaSilİlişki yanyana olabilmrktr,yanı hedefe yanı amaca gidebilmektir...
YanıtlaSilMutlu olmak için çok da bir şeye ihtiyacı yok insanın...peki gerçekten insan ihtiyacı zannettiği şeyi nasıl test edebilir gerçekten ihtiyacı olan şey nedir insanın.. Deneyimsel tasarım öğretisi bunları anlatıyor :)
YanıtlaSilGün geliyor bir çökelekli yumurtanın tadı, binbir çeşit sofralarda daha kıymetli oluyor. Peki bu nasıl oluyor? İnsan daha fazlasına sahip oldukça mutlu olacağını sanıyor ve yanılıyor. Mutluluk, az'la ve sahip olduklarınla tatmin olabilmekte gizli
YanıtlaSilYoklukta bile kendini daha iyi hissedebilmek… işte bağları güçlendiren, sevgileri arttıran da bu..
YanıtlaSilKaleminize sağlık