HAK ET-MİŞ GİBİ YAPSAM, TUTAR MI?
“Günün birinde ben de hak ettiğim
değere kavuşacağım.” dedi Duygu.
Birdenbire ağzından dökülüverdi o
sözcükler, oysaki son zamanlarda “Artık takmıyorum ya!” diyebildiğini
düşünürken, yan ofisten gelen kutlama sesleri ile kıskançlığın sinyalleri geldi
içine çöreklendi.
Neyi hak ettiğini düşünüyordu da
olmamıştı? Başkasının hangi sonucunu çok beğenmişti de kendi sonucu onlar gibi
olmadığı için üzülmüştü?
Kendine itiraf etmekte
zorlanıyordu; ancak koskoca üç yıl geçmişti işe başlayalı ama işinde halen aynı
pozisyondaydı. Ondan bir yıl sonra başlayan Zeynep, koskoca lojistik firmasının
müdür yardımcısı olmuşken…
Neden bu tür öyküler onun başına
gelirdi ki, Zeynep'e verilen değeri kendisi de hak etmiyor muydu? O işyerinde
olmayı çok seviyordu, işyerinin konumu, genel motive edici şartları, burada
bulunmak çok iyiydi. Fakat sürdürülebilirlik konusunda bazı şeyler yapması
gerekiyordu.
Duygu, bu lojistik firmasında
satış departmanında işe başlamıştı, satış yaptıkça maaşına ek olarak prim de
alıyordu. Maaşı diğer firmalara ve eski işine kıyasla oldukça iyiydi. Dolayısı
ile başka bir yer aramıyordu, burada edindiği arkadaşlıklar, pozisyonunun
vermiş olduğu rahatlık ona yetiyordu. Hem üniversiteyi de lojistik üzerine
okuduğu için, diploması bulunduğu şirketin işlerini ayrıca bir kolaylaştırıyordu.
Bunlar Duygu’nun bildiği şeylerdi,
ancak bilmediği ya da görmezden geldiği bazı şeyler vardı. Mesela Zeynep’in
durumu Duygu ile aynı değildi; o üniversite okumamıştı ama satışta kendini
ispatlamıştı, iletişimi ve azmi sayesinde hep daha iyisi olmak için elinden
geleni yapıyordu. Kimsenin uğraşmak istemediği müşterilerle uğraşıp onları
firmaya kazandırıyordu. Bu azmi sayesinde en alt kademeden başlayıp iki yılda
şirkette hem sevilen hem de saygı duyulan biri haline gelmişti.
İşin gerçekten hakkını veriyor,
ay sonundaki maaşından daha çok müşterileri bağlamaktan keyif alıyordu ve bu
işi yaparken ki isteği her davranışına yansıyor, gözlerinin içi parlıyordu.
Oysa Duygu’da aynı azim yoktu,
zor müşterileri Zeynep alsın diye bakıyor, kendisi eski ve kolay müşterilerle
ilgilenmek istiyordu. “Bu sıcakta kim araçla dışarıda dolaşacak!” sözde
gerekçesi ile çoğu zamanını ofiste klimalı ortamda telefon ile müşteri
görüşmeleri yapıyordu.
Zeynep ise işini severek yaptığı
için, şirket aracını kullanırken bile keyif alır hale gelmişti. Bir işe değer
katmaktı bu! Hem seviyor hem de kendini sevdiriyordu. Ofisteki çoğu kişinin
yükünü paylaşmış, işlerini kolaylaştırmıştı. Hatta Duygu’nun müşterisinin
ofisine hususi gidip gönül almışlığı bile vardı. Duygu tüm bu gerçeklere rağmen
“Acaba Zeynep patronun akrabası olabilir mi?” diye düşünmeye bile başlamıştı
Duygu. Çünkü ona göre o eksikti, diploması bile yok iken nasıl müdür yardımcısı
olabilirdi?
İnsan, lehinde gitmeyen
işlerde kendine bakmak yerine; başkalarına bakmayı tercih eder. Dışardan
bakıldığında elbette Duygu kendi çapında boş durmamıştı, tabi ki çalışmıştı fakat
zor işleri başkasına yıktığının da farkındaydı! Ve biliriz ki en büyük yalan
insanın kendisine söylediği yalandır. Uğraşmak istemediği zor müşterilerle
uğraşan Zeynep’in iyi bir yere gelmesine gerilmek yerine tebessüm edebilseydi kaybı
ne olabilirdi ki?
Duygular ve Zeynepler her iş
yerinde karşımıza çıkar. Biri zorluklarda yüzünü ekşitmeden sabır ve azimle
devam eder; diğeri ise zorlukları başkasının paslamaya çalışır, sonra da o kişi
başarılı olduğunda arkasında bit yeniği arar.
Zorluğu çözmediği ve hak etmediği halde hak et-miş gibi hakkını
neredeyse zorla tahsil etmek ister.
Mutlu etmediği halde mutlu et-miş
gibi davranan ve artık kendisinin de mutlu olmayı hak ettiğini iddia edenler
gibi… Nedense günümüzde hak iddia eden herkesin haklı olması gerektiği gibi bir
izlenim var. Halbuki iddia sahibi iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. Bir kimse
sadece “Ben haklıyım!” dediği için haklı olabilir mi?
“Hak ettiğim değeri bana
vermediler…” dediğimizde gerçekten hak edip etmediğimiz önemli değil midir?
Şu anki halimizden daha iyisini
istiyorsak “daha çok çaba” göstermemiz gerekmez mi?
Kendinden daha çok çaba
gösterenler adına sevinmek, neden zor gelir insana?
İnsan yavaşladığında veya
durduğunda, yürüyenleri görmeye başlar. Hızlanıp kendi yoluna odaklandığında
ise yolda karşılaştıklarıyla tahsilat kıyasına düşmeye fırsatı kalmaz. Zaten
bilir ki hayat kendi adına gereken tahsilatı yapacak!
Her gerçek, heybesinde bir bedel taşır…
İnsanların çoğu, o bedeli ödemek istemediği için gerçeği de reddeder…
Dolayısıyla insan, mutlaka yüzleşeceği bedelleri büyütmüş olur…
İnsan yerteki bulunduğu konumun hakkını verebilsin, hayat kendi adına gereken tahsilatı yapacaktır :)
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🍀
Muhteşem bir hayat hikayesi 👌🏻
YanıtlaSilEn büyük yalan insanın kendisine söylediği yalandır....teşekkürler
YanıtlaSilİnsan değil midir nefs ile mücadele eden?
YanıtlaSilİnsan değil midir kibrin pençesine düşen?
Ve yine insan değil midir kendi yerine başkasının yoluna göz diken?
Aslında kendini keşfetmeyi bekler insan, bu keşfe ulaştığında ise ne geride bıraktıkları ne de başkasının yolu umrunda olmaz vesselam...
Kaleminize sağlık 🌹
YanıtlaSilEmeğinize sağlık 🌸
YanıtlaSilSonuçtan bağımsız oluşturduğu sebeplerden keyif almalı insan🥰
YanıtlaSilTahsilatı bırakın hayat yapsın siz hakedenlerden olmaya çalışın....demişti biri
YanıtlaSilKaleminize sağlık… tahsilatla ilgilendiğimiz her süreçte aslında hep bir kaybediş öyküsü yaşıyor insan…
YanıtlaSil