BEŞ ENTARİ BİR PABUÇ
Serra sabah uyanmış, işe gitmek için hazırlanmaya çalışıyordu. Geçenlerde aldığı elbiseyi giymek istiyordu. Onu bulmak için dolabın altını üstüne getirmişti. Öyle çok kıyafet vardı ki! Elbiseler, bluzlar, etekler, kazaklar, pantolonlar…. Mini bir mağaza gibiydi. Hiç giymediği, etiketi koparılmamış olanlar bile vardı. “Bu kadar çok kıyafetim var, ama hep aynı şeyleri giyiyorum.” diye söylendi ve yine her zaman giydiği kazak ve pantolonu giyerek evden çıktı.
Serra ne zaman bir mağazanın önünden geçse mutlaka vitrine göz atar; beğendiği elbiseye daha yakından bakmak ister. Sonra deneyip yakıştığını görünce de almadan duramazdı.
Aslında eskiden bu denli alış veriş çılgınlığı yoktu. Ne olduysa işe başladıktan sonra oldu. Arkadaşlarının her gün farklı ve şık şeyler giydiğini gördükçe o da kendini alışveriş dünyasının ortasında buluverdi. Nitekim daha dün fazla gelen dolabı, bugün yetmemeye başladı. Artık maaşı geldiği gibi borçlara gidiyor, ayı nasıl geçireceğini kara kara düşünüyordu. İşin kötüsü “Ne oldu da bu kadar maddi olarak sıkıştım, alt tarafı birkaç eşya aldım!” diye yaptığı harcamaları küçümsüyordu. Daha da kötüsü, bu kadar şey satın almasına rağmen hala eksikliğini duyduğu şeyler oluyordu.
Yine bir online alışveriş sitesinde gezindiği gün bir çift hakiki deri pabuca takıldı gözü. Anneannesi geldi aklına, hep anlatırdı. “Üç entarim vardı, pek severdim. Evlendim de beş oldu. Lastik ayakkabılarımı da severdim, yeri nur dolsun hakiki deri pabuç alıvermişti kayınvalidem evlenirken.”
Bir deri pabucun seksen yaşında duasını
edebilmek ve üzerine yıkılan dolaplar karşısında neredeyse isyan etmek! Peki,
insanı sahip olduğu imkanlara şükürsüz kılan neydi? Maalesef yanlış kıyasları
ve doymaya çalıştıkça doyamaması, hatta daha da acıkması. Koca giyinme odasının
yapamadığını yapar, beş tane entari! Bu yüzdendir ki asıl mesele, azın aslında
çok olmasıydı…
Her gerçek, heybesinde bir bedel taşır…
İnsanların çoğu, o bedeli ödemek istemediği için gerçeği de reddeder…
Dolayısıyla insan, mutlaka yüzleşeceği bedelleri büyütmüş olur…
Doyum marifeti çok önemli ancak ve ancak doymasını bilen insan teşekkür eder.
YanıtlaSilİnsan sahip oldukça mutlu olacağını zanneder, oysaki asıl mesele azın çok olduğunu anlamasıdır.
YanıtlaSilYazı için teşekkürler :)
Doymaya çalıştıkça daha da acıkmak... Hepimiz bu tüketim tuzağına dusebiliyoruz maalesef...
YanıtlaSilazın aslında çok olmasıydı…
YanıtlaSilGörmek le bakmak, bilmekle öğrenmek aynı şey değil oysaki.. ahh bir insan bilebilse az' ın bereketini. Doymaya çalışırken daha fazla aciktigımızı. Kaleminize sağlık hayatimi bir kez daha gözden geçirdim!! Nerelerde hala doymayan çalışıyorum ben diye?
YanıtlaSilHümeyra Çelik
Günümüzün en önemli problemlerinden biri olan ‘tüketim çılgınlığı’nı yeniden hatırlatan bir yazı olmuş.
YanıtlaSilİnsan tükettikçe tatmin olacağını düşünür oysa tükettikçe tüketim ihtiyacı artar
YanıtlaSilÜretmenin tadına varanlar onun o sürekli verdiği sakinlik mutluluk hissinin tadına varanlar üretmeye devam etmek isterler. Tüketerek harcayarak maddeye ev sahibi olup mutlu olacağını zanneden insanlar ise yanıldığını anlamayıp hep daha fazlasını tüketirler.
YanıtlaSilBu makale şu gerçeği daha iyi idrak etmemi sağladı. Hakikaten "az çoktur"...
YanıtlaSilBereketin miktar ile ters orantılı olduğunu fark edince matematik sistemi çöküyor
YanıtlaSilazıcık aşım kaygısız başım demiş atalarımız ama biz hele ki yeni nesil küçümsüyoruz azla yetinmeyi malesef.
YanıtlaSilHiç birşeyi yeterli görmemek yokluktan değil cokluktan kaynaklı demek ki...
YanıtlaSil