EMEKLİ
Havaların baharı anımsattığı
güneşli bir Ocak sabahıydı. Sömestr tatilini fırsat bilip uzun zamandır planlan
aile kahvaltısı için nihayet bir araya gelmişlerdi. Çocuk sesleri eşliğinde
sofradan kalktılar. Bütün kuzenler bir araya geldiği zaman evde kimse kimseyi
duymuyordu. Hakikaten yaramazlığın hakkını veriyor, Merve’nin “Çocuklar durun,
sessiz olun, yaramazlık yapmayın, koşmayın!” uyarılarına babası çıkıştı, “Bırak
oynasın çocuklar, her zaman bir araya gelmiyorlar.”
Merve “Öyle diyorsun da baba,
gürültüden başım ağrıdı, senin için kolay birazdan çıkıp işe gideceksin. Gitmek
demişken babacığım işi ne zaman bırakacaksın? Her gün gitmene gerek de yok,
artık bir usta al o senin yerine baksın.” Kızına göre Salim Bey’in emeklilik
yaşı gelmiş artık çalışmaması gerekiyordu. Ancak çalışmamamak ona göre değildi.
Küçük yaştan beri berberlik yapıyordu, bir şeyler üretmeden duramazdı.
Kızı ile lafladıktan sonra Salim
Bey yola koyulup dükkanına geçti. Dükkan evlerinin hemen arka sokağındaydı. Bir
kalfa bir de çırağı vardı. Bahçesinde müşterileri için bekleme yeri yaptırmıştı,
orada kahve içmeye bayılırdı.
Çırağından kahve isteyip
gazetesini eline alıp okumaya başladı. O sırada çıraklık yılları geldi gözünün
önüne, ne kadar da zorlu geçmişti. Maaşı yoktu sadece müşteriden aldığı
bahşişlerle çıkarıyordu harçlığını. Çok da bir şey kazandığı yoktu. O para ile ihtiyaçlarını
alırdı, ailesine yük olmak istemezdi. Küçükken beraber çalıştığı çırak arkadaşı,
işin yağcılık kısmını yaptığı için o daha çok bahşiş alırdı. Salim ise o kadar
popüler değildi; fakat bir şekilde işi öğrenmek için çabalar dururdu.
Şimdilerde kendine baktığı zaman
sadece hatırı olan birkaç müşteriye bakıyor, geri kalan işlerini elemanları hallediyordu.
Diğer çırak olan Ahmet başta birkaç şube açmıştı; sonra kapamış bir türlü dikiş
tutturamamıştı. En sonunda da mesleği bırakıp ticarete atılmıştı, araba alıp
satmaya devam ediyordu.
Salim mutluydu geldiği yerden,
elinin bereketinden. Tüm geçimini bu meslekten sağlamıştı, çıraklık yılları zor
olmuştu ama şu an keyfi yerindeydi. Yolun her basamağında farklı sınavlar
vermişti. Şimdi ise bu ağacın meyvesini topluyor hatta gölgesinde birilerini de
ağırlıyordu.
Ustalığında keyfini sürmek
isteyenin çıraklığı zorlu yokuşlarla, dikiş tutturamayanların yolu ise kestirme
patikalarla dolu, değil mi?
Salim gibi sabredip yokuşun
sonunda manzara görmek mi? Yoksa Ahmet gibi patikalarda dolaşıp, kolay yoldan
kelepir denk getirdiği arsaya tam sevinecekken; arsasının önüne dikilen gökdelen
manzarasına bakıp üzülmek mi? İnsanın gökdelenin arkasında kalınca emekli olası
gelir de; yokuşun sonundaki manzarayı hak edip, tadını alanın emeklilik aklına
gelir mi? Eee boşuna söylememişler işleyen demir ışıldar diye…
Neden,
Sıradışı bir ilmin,
Sıradışı keyiflerin,
Sıradışı ortamın,
Sıradışı ilişkin,
Ya da sıradışılarla ilişkilerin olsun ki?
Neden seninle ilişki kursunlar, sana değer versinler?
Sıradan bedellerle ödemede inatçı bir insanın, neden sıradışı bir yaşamı olsun ki?
Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilUstalığında keyfini sürmek isteyenin çıraklığı zorlu yokuşlarla, dikiş tutturamayanların yolu ise kestirme patikalarla dolu, değil mi?
YanıtlaSilNe kadar anlamlı bir mesaj.
Keşke insan yolun başında farkına varabilse. Emeğinize sağlık😊
Kaleminize sağlık :)
YanıtlaSilEmeğinize sağlık…insan bulunduğu yerin hakkını verince mutlaka karşılığını fazlasıyla görüyor…teşekkürler…
YanıtlaSilİnsan ne kadar kestirmeden gitmeye çalışırsa o kadar hedefinden uzaklaşıyor.
YanıtlaSilHak eden olmak dileğiyle
YanıtlaSilElinize sağlık. Ne kadar ekmek o kadar köfte. Başlangıçta zor gibi görünen çıraklıkta ödediği bedellerin kaymağını ustalıkta alıyor. Bunun için bedel bedel çok önemli
YanıtlaSilİnsan bir yere emek vererek geldiğinde hem kalıcı oluyor hem de o yerin keyfini sürüyor. Elinize sağlık.
YanıtlaSil