SAVAŞIN GÖLGESİNDE 6 – MÜCADELE
ÇANAKKALE
Gecenin karanlığı yavaş yavaş yerini aydınlığa bırakıyordu.
“Bakalım bugün yolculuk nereye…?” diyerek uyanmıştı. Her sabah yattığı yerden
doğrulur ve düşünceli gözlerle uzun bir süre keyifle uzaklara dalardı. Bu kez
nereye gideceklerdi? Bulundukları bölge oldukça sakin ve keyifliydi. Gündüzleri
geziyor, geceleri ise kamp yapıyorlardı.
Haluk ve ailesi bir süredir Türkiye’yi geziyor, nerede kalacaklarını planlamadan o an akıllarının estiği yerlerde konaklıyordı.
Bir gün karavanları yolda kalmıştı. Ne yapmaları gerektiği bilmeden çaresizce beklerken, jandarma ile karşılaştılar. Çocuklar biraz korktu. İçlerinden durumu anlayan biri “Bizden korkmanıza gerek yok, size yardım etmek için burdayız.” diyerek ufaklıkların hislerine tercüman olmuştu. Karavanı hemen bir tamirciye çekip, Haluk ve ailesini misafirhaneye davet etmişlerdi.
Ertesi gün karavanlarını yaptırıp, tekrardan yola koyuldular.
Haluk çocuklarına mutlu olmaları için gittikleri her yerden birer oyuncak ya da
hediyelik eşya alırdı. Haluk kısa bir süre sonra evlatlarının alınan hediyeler
karşısında daha az tebessüm ettiğini ve gittikleri restoranlardaki
memnuniyetsizliklerini fark etti. En ufak bir pürüzde söylenmeye başlıyorlar ve
hep eksik şeylere odaklanıyorlardı. Oynadıkları oyunda, gittikleri yerlerde bir
böcek dahi görseler hemen sinirlenip çözümü ailelerinden bulmalarını
istiyorlardı. Oysa Haluk çocuklarına her zaman elindekilerle yetinip mutlu
olabilmeyi öğütlerdi. Bu problemi nasıl çözeceğini düşünürken tekrar uzaklara
daldı...
DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE ZULMÜN YAŞANDIĞI O ŞEHİR
Gecenin karanlığı yavaş yavaş yerini aydınlığa bırakıyordu. “Bakalım bugün yolculuk nereye…?” diyerek uyanmıştı. Her sabah yattığı yerden doğrulur ve düşünceli gözlerle uzun bir süre uzaklara dalardı. Bu kez nereye gideceklerdi? Bulundukları bölgede artık hiçbir yer güvenli değildi. Okullar, hastaneler, kamplar hepsi hedef halindeydi. Günlerdir yürüyorlardı. Kuzeyi terk etmek, daha güvenli olacağını düşünerek güneye ilerlemek çözüm değildi artık. Çünkü hiçbir güvenli bölge aslında güvenli değildi. Her iki bölgede de hayatını kaybedenlerin oranı aşağı yukarı aynıydı…
Evine düzenlenen baskın sonrasında rastgele açılan bir ateş sonucu yaralanmıştı Halid. “Ben sivilim çocuklarım var!” demişti. “Eşim ve çocuklarım var!” diye tekrarlamıştı ama söylediklerinin onlar için bir anlamı olmamıştı. İşgalciler üzerlerine gelmeye devam etmiş, ailesi ve beraberindekilerle birlikte şehrin batısına doğru sürüklenmiş ve gözaltına alınmışlardı. Bu zamana kadar açık hava hapishanesi olan ülkesi, artık sorgulama ve gözaltı merkezine dönüşmüştü. Tüm bunlar olup biterken neden kimsenin sesi çıkmıyordu? Şehrin kuzeyi artık harap olmuştu. Ne evler ne de caddeler eskisi gibi yerinde değillerdi. Yıkım ve enkazdan başka ellerinde hiçbir şey kalmamıştı. Hastaneler hizmet veremiyor, ambulanslar sokaklarda terk edilmiş haldeydi. İşgalciler tüm imkanlarıyla korku salmanın peşindeydi. Güçsüzlüklerini ve korkularını insanlık dışı muameleleriyle örtbas etmeye çalışıyorlardı.
Sorguya alındığında sordukları ilk soru; “Bizden korkuyor musun?” olmuştu. Başı dik ve net bir şekilde “Korkmuyorum!” demişti Halid. Aralarında kıs kıs gülüp ailesini imalı bir şekilde süzen bakışlarına inat, dimdikti. Her şey yeterince net değil miydi aylardır? Bunca zaman yapıp ettikleri karşısında kimler korkmuş, sonuna kadar mücadele etmekten kimler vazgeçmişti..? Kim boyun eğmişti…? Bunu çocukların gözlerinde bile görebilirlerdi. Onlar zulüm ve baskılarını arttırdıkça, çocuklar bile kendilerinden beklenmeyecek bir duruşla korkmadıklarını haykırıyorlardı..
Gerçekten korkmuyorlardı, yaşadıkları zorluklar ve baskıların şiddeti arttıkça daha da güçlendiklerini hissediyorlardı.. Artık kıyasları değişmiş, çözüm üretme marifetleri artmıştı. Mutlu olma konusundaki marifetleri de. Öyle şeyler yaşıyorlardı ki herhangi bir sorunun olmaması ya da dinlenebilmeleri yüzlerinin gülebilmesi için yeterliydi. Çocuklar için de durum farklı değildi. Bu zamana kadar aldığı hiçbir oyuncak taşıdığı bir un çuvalı kadar güldürememişti gözlerini. Haz ve keyiften bahsetmiyordu, mutluluk başka bir şeydi. Ve şunu çok iyi anlamıştı; mesele mücadele etmekten vazgeçmemek ve payına razı olabilmekti, bu dünyada mutlu olmayan öbür dünyada da mutlu olamayacaktı…
Neden,
Sıradışı bir ilmin,
Sıradışı keyiflerin,
Sıradışı ortamın,
Sıradışı ilişkin,
Ya da sıradışılarla ilişkilerin olsun ki?
Neden seninle ilişki kursunlar, sana değer versinler?
Sıradan bedellerle ödemede inatçı bir insanın, neden sıradışı bir yaşamı olsun ki?
Payına düşene razı olabilmekti aslında tüm mesele.
YanıtlaSilGerçekleri anlattınız. Kaleminize kuvvet...
YanıtlaSil