ŞOVUMUZ KİME?
“Yorucu ve
stresli bir gün ama çok şükür bitti!” diyerek evinin kapısını açtı. Gördüğü
görüntü ise aslında yeni başlıyoruz diyordu sanki. Gaye, iş yerinde bütün gün
eski dosyalarla uğraşmış, üstüne bir de odasını temizlemişti. Ayakkabısını
çıkarırken şöyle bir etrafı süzdü. Evden acele ile çıktığının işaretleri evin
her yerinden okunuyordu.
“Neyse bir de
düşünerek yoramayacağım kendimi!” diye mırıldandı. Hemen yatak odasına geçti ve
temizlik yaparken giydiklerini üzerine geçirdi. Mutfağa doğru yönelirken,
sokaktan “Tatlı kiraaaz” diye bağıran seyyar satıcının sesini duydu. “Kiraz mı?”
dedi kendi kendine. Kiraz mevsimi gelmiş demek ki… Rahmetli anneannesinin sesi
çınladı kulağında bir an. “Ağaçlarda kirazlar kızarınca, benim yaz temizliğimin
vakti gelmiş demektir güzel kızım” derdi. Gözlerinden akan yaşları silerken,
balkona çıkıp etrafı izledi biraz.
Oturduğu yerden
hızla kalkıp “Hadi kızım Gaye, oturmanın vakti değil. Bak rahmetli
anneanneciğinin eskiden de dediği gibi temizlik vakti gelmiş!” yüzünde
ağlamaklı tebessümle mırıldanıyordu evin içine. Bir taraftan da sabah çıkarken
döküp şaçtıklarını topluyordu. İşleri hızlandırmalıydı, hafta sonuna yatılı
misafiri vardı. Antalya’dan uzun zamandır görüşemediği kuzeni Aslı ve çocukları
gelecekti. Kulağında çınlayan anneannesinin sözleriyle, öyle kaptırmıştı ki
kendisini temizliğe. Saate gözü çarpınca ancak fark edebildi yemek yemeyi unuttuğunu.
Emre’nin gelme saati yaklaşmıştı. İşler bitmişti ama yemek yapmak hiç aklına
bile gelmemişti. “Neyse bir çay demler yanına da mis gibi kaşarlı tostla
geçiştiririz.” dedi. Yarın için izin
almıştı iş yerinden, misafirlerine hazırlık yapacaktı.
Gaye kendisini
iş kadını olarak tanıtırdı. Dışarıda oldukça bakımlı, dikkatli ve özenliydi
kendisine. Evliliğin ilk yıllarında evin içinde de özeni vardı. Emre’nin
sevdiği yemeklerden yapar, misafirler daha sık geldiği için ev ile daha çok ilgilenirdi
ama zaman geçtikçe evdeki özenini iyice kaybetmişti.
Akşamları bir
tost, menemen ya da dışarıdan iki lahmacun, bir pizza ile geçiştirmeyi tercih
etmeye başlamıştı. “Evinde rahat etmeli insan.” derdi ama bu sözde rahatlık onları
huzursuz ediyordu. Emre de bu durumdan mutsuzdu. Başlarda beraber mutfakta
vakit geçirdikleri Gaye’yi özlüyordu. Hatta Gaye’nin yorgunluğuna rağmen çoğu
zaman onu istemeyip babaannesi gibi “Ayak altında dolaşma!” deyip kıkırdayarak
mutfaktan kovduğu halleri hayal gibiydi. Şimdilerde sadece biri geleceği zaman
bir telaş mutfağa girip, bir şeyler hazırlamasına da içten içe bozuluyordu eşi.
Gaye derin derin
düşüncelere dalmıştı ki tam o sırada kapının açıldığını fark etti. Hemen
toparladı kendisini ve kapıya doğru yöneldi. Emre Gaye’yi temizliğe girişmiş
bir şekilde bulunca şaşırmıştı. Çünkü uzun süredir Gaye’yi böyle görmemişti.
“Hazır ol, yarın
akşam menüde ne var biliyor musun hayatım?… Mantıııı!” derken sesinin
çınladığını fark etti. “En sevdiğin yemek. Uzun zamandır yapmamıştım, değil
mi?”
Emre arkasını
dönüp giderken;
“Yaa, kim
geliyor, bu sefer uzaktan birileri olmalı” dedi belli belirsiz.
Gaye ister
istemez bozulmuştu, ama bir taraftan da Emre’nin sorusunun cevabının evet
olması daha da canını sıktı.
“Ne alakası var
canım, sanki bize yapmıyor muyum Emre, aşk olsun!” dedi ama kendi de
söylediğine pek inanamamıştı. İçten içe hak veriyordu vermesine ama gerçeği duymak
biraz ağırına gitmişti.
“Canım seni
kırmayayım diyorum ama, artık neredeyse misafir olarak gelmek istiyorum eve. Sen
temizliğini yaparken, ben banyoyu ıslattım diye azar işiteyim. Ya da
pişirdiklerini gizlice aşırırken bana kızmanı ister oldum resmen. Bizim şovumuz
kime ya?!
İnsan tabii ki
rutininden farklı birileri geldiğinde özenir, sahnesini daha bir başka donatır
ama onlar yokken de ışıkları komple kapatıp terk etmek demek, sahneyi atıl
bırakmak demek değil midir? Spotlar olanca gücüyle yanmaz belki ama en azından
kısık da olsa sahneyi aydınlatmak sahnenin esas oyuncularını diri tutar.” içini
döküverdi Emre.
Yine yiğitliğe
toz sürdürmedi Gaye, Emre’ye çaktırmadı ama içinden “Gör bakalım şovumuz
kimeymiş Emre Bey!” diye diye sahnesinin ışıklarını yakmak üzere silkinip ayağa
kalktı. Oysaki insan öncelikle en yakınlarına bedel öder; aynı sahneyi beraber
paylaştığı. Sonra ise yavaş yavaş uzak çevresine …
Peki insan bunu
nasıl yapar hale gelir?
Her gerçek,
heybesinde bir bedel taşır…
İnsanların çoğu, o bedeli
ödemek istemediği için gerçeği de reddeder…
Dolayısıyla insan,
mutlaka yüzleşeceği bedelleri büyütmüş olur…
Kalaminize sağlık💐
YanıtlaSilGünümüzde yaşanan probleme çok güzel bir anlatımla ışık tutulmuş...
YanıtlaSil"Oysaki insan öncelikle en yakınlarına bedel öder; aynı sahneyi beraber paylaştığı. Sonra ise yavaş yavaş uzak çevresine …"
Ellerinize emeğinize sağlık:)
Çok ihtiyaca denk gelen bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık :)
YanıtlaSilBugün yatılı misafirim gelecek ve aynı telaşlardayken mola verdiğimde karşıma cıkan yazı:) misafirden sonra sahneyi tümüyle terketmemek umuduyla
YanıtlaSilAna mesaj bu sanırım: ''İnsan öncelikle en yakınlarına bedel öder.''
YanıtlaSilAma biz şimdiye kadar zıddını yapıp ihmal etmişiz en yakınımızdakileri :(
Keşke daha samimi olabilsek… özellikle de en yakınlarımıza..
YanıtlaSilTeşekkürler
Hep beraberiz diye en yakınımızdakiler bizim en tembel en zor en sıkıcı hallerimize şahit oluyorlar malesef. Ama bizi ayda yılda bir görenlere şov yapıyoruz resmen. Neden? Halbuki beraber yol aldığımız kişilere iyi olursak yol daha keyifli geçmez mi? Onun için keyifli olacak ya merak etme sen de keyif alacaksın sadece biraz sabır!
YanıtlaSilKendi sahnemizde baş rol olmak.!!
YanıtlaSilBedelin içten dışa ödenmesi hayatın dengesi, elin ize sağlık 🌺
YanıtlaSil